29 Şubat 2012 Çarşamba

Uyusun da büyüsün

 Havalardan olabilir bir ihtimal. Tuhaf bir isteksizlik hali.

Ne kalem tutasım var, ne işe gidesim. Hele de evdekiler iş, aş isteyince harakiri yapasım geliyor. İş, aş derken öyle fabrikatör falan değilim. Devlet, hiç değilim. Kaldı ki devlet bile olsam, her şeyi devletten beklememek lazım. Bir evi idare etmekle, bir devleti idare etmenin farkını görememiş olmam, benim ne kadar aptal olduğumla ilişkilendirilmemeli.

Kadınların
yıl içinde, evde en az 10 kez kullanabilecekleri grev hakları olmalı. Hadi 5’e de razıyım. Her zaman söylemişimdir: Örgütlenmeden yaprak kımıldamaz bu ülkede.


Rize’nin Gito adlı muhteşem bir yaylası var. Çoğunuz adını bile duymamışsınızdır eminim. Gittiğimden değil, dostlarımın mutluluk resimlerinden tanırım oraları. Cennetten kırpılmış kondurulmuş dağın tepesine..

Gito’da çekilmiş, uçurumun kıyısında, tahtadan direklere tutturulmuş bir salıncağın resmini gördüm geçen. Aklıma mıh gibi çakıldı kaldı. Şu an orada olmak iyi gelirdi tahminim.

Gito’daki o salıncağa oturup saatlerce çekirdek çitlemenin verebileceği hazzı hiç bir şeye değişmem. Ne Mısır Piramitleri, ne Venedik Gondolları.


Sigara da keyif vermiyor bu ara.. Kaçak sigaralar ucuz olmasına ucuz da, tatları bi garip. Alışamadım onlara. Ruhumdaki asaletin nereden geldiğini bilmem ama bildiğim şey; ruhu kadar cüzdanı da asil olmalıymış insanın. Annem soyumuzun Mısır Araplarına dayandığını söyler dururdu. Bu yüzden Mısır’dan gelebilecek bir miras mektubu ile her an tüm hayatım değişebilir. “Bir mektup okudum, hayatım değişti” neden olmasın.


Hayatımın en önemli belirsizliklerinden biri ile daha karşı karşıyayım. Nefret ederim belirsizliklerden. Çok sevdiğim bir insan, ölümle yaşam arasındaki çizgide dahi kalsa, bir an bile düşünmeden, ya öteye ya beriye derim. Tahammül kavramım 7 yaşımda kemikleşmiş, sonrasında da bir gıdım yol almamış.

Bu yüzden yolda gördüğüm her papatyayı toplayıp eve getirir oldum bu ara. “Olacak, olmayacak, olacak, …”

Aile gibi bir kavramın içinde olmasaydım hiçbir işimin düzeni olmazdı.. Yersiz yurtsuz Red Kid’e duyduğum platonik aşk bundan. Ağzındakini alıp yerine kürdan tıkmalarını da hiç hazmedemedim ayrıca.


Annem mükemmel bir kadındı. Bu yüzden bütün işleri domino taşları gibi sıralı ve ahenkliydi. En muhteşem içli köfteleri de o yapardı zaten. Öldüğünde bir ömür başkaları için yaşadığının farkında mıydı acaba?

İçli köftenin ne işi var şimdi bu yazıda öyle mi? E tabii. Nereden bileceksiniz içli köftenin hayatımdaki derin izlerini. Anlatırım da, anlatmam. Hem keyfim yok, hem sigaram. Havadandır, havadan. Geçer.

Buraya kadar okuyup, yazıda halen düzen arıyorsanız, biraz pencereyi açın derim.


Niye kimse itiraz etmez ki bu tekdüze sıralanmış düzenlere? Dolaptaki baharat takımlarının boy sırasına dizilmesine bile uyuz olurum aslında.

Heey, size söylüyorum!!

Gito’daki o muhteşem salıncağa oturup bağırsam, karşıki dağdan ses gelirdi.


Orası dağ başı öyle mi? Burası şehir. Her şeyin düzeni olmalı. Ruhlar altüst olsun, hiç önemi yok.

Aslolan düzen.

Bu mudur beni üzen?

Aaa! Ne de güzel kafiyeli oldu. Aslında istemeden oldu bu. Özür dilerim. İstemeden o kadar çok hata yaptım ki hayatım boyunca. İstemeden ama bilerek. Biliyorum. Tanrı’ya ve kendime kocaman bir özür borçluyum. Kısa metrajlı berbat bir filmi andırıyor her şey. Bu yüzden öteki dünyada herhangi bir ödül falan beklemiyorum bu kötü filme. Ama bakarsınız en itaatsiz kadın oyuncu ilan edilebilirim de. O zaman, dediydi dersiniz. Mucizelere inancımı halen yitirmemiş olmam iyi bi şey.

Noktalama işaretlerine de taktım bu ara. Okuduğum yazıda hangi cümleye heyecanlanacağıma, nefesimi nerede alıp, nerede tutup, nerede bırakacağıma neden başkaları karar verir ki?

   Ben gerizekalı mıyım? Nefes benim değil mi hem.  

Alırım; istersem hiç vermem.

Dar kalıplardan hiç haz etmedim zaten.

Bu yüzden dar ayakkabı bile giymedim ömrümde.

Pijama takımları bile geniş olmalı insanın.

Olmalı ki, rahat rahat uyusun.

Uyusun da büyüsün.

Büyüsün de dar kalıplara girsin.





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder