29 Şubat 2012 Çarşamba

Bir şehri bırakıp gitmek

  Hayatınızın devrimlerini sayın desem kaça kadar sayabilirsiniz?

Bu sayı sizin ne kadar cesur veya ne kadar korkak olduğunuzun göstergesi olabilir mi?

Belki evet, belki hayır.

Şimdi lütfen iki dakika kadar gözlerinizi kapatın ve hayatınız boyunca yaptığınız büyük değişimlerinizi sırayla zihninizden geçirin.

İstifanız..evliliğiniz..bebeğiniz..boşanmanız..isteğe bağlı iş değişikliğiniz, vs..vs..

Ne çok devrim yapmışsınız değil mi? Kutluyorum sizi. Ne kadar cesursunuz.

Ya siz bayım?

1” de çuvalladınız mı? Çok yazık. Hayatınız boyunca, başka hiç büyük adımınız olmadı mı yani?
Kös kös yaşamak dedikleri bu olsa gerek. Sadece korkularınızı besleyerek geçmiş bir ömür.

Aslında çok şey yapmak istediniz ama ahh o kahrolası cesaret yok mu? Yokmuş. Gölgenizden bile korkarak yaşadınız. Sağduyunuz ne zaman “Hadi şu işe kalkalım” dese, sağırduyunuz “Otur oturduğun yerde oğlum!” dedi çünkü.

 Ama içindeki o korkak fareyi bir tek sen tanıyorsun. Yani resimde eksik bir kare var ve bunu bilen tek kişi sensin.

 İnsanlar ikiye ayrılır. Korkaklar ve cesurlar. Kimileri, bastığın yeri her defasında göreceksin öyle adım atacaksın der, kimileri de risk almadan Nirvana’ya ulaşmanın imkansızlığını pekala bilir.

Korkaklar, atacağı her adımda dünyasının altının üstüne geleceğine inanır. Onun olasılık hesaplarında; o dünyanın altının üstünden daha güzel olabileceği ihtimali hiç olmaz.

Faraza onca yıldır yaşadığınız şehri küt diye terk ettiğinizi düşünün. Şehri terk etmeniz için sıkı nedenleriniz oldu mu hiç?

Aş, aşk, eş, eğitim, çocuk, veya öfke. Gitmek için bunlara benzer herhangi bir neden, tetiği çekemedi mi şu ana kadar? Her şey her daim yolundaydı yani öyle mi? Cevabınız evet ise siz, ya gerçekten çok şanslısınız ya da dünyanın en korkak adamısınız.

Her gün gördüğünüz yüzler, yıllardır gidip geldiğiniz güzergah, mahallenizdeki bakkal, faturalarınızı aldığınız posta kutusu, her akşam oturduğunuz köşe, balkondan gördüğünüz resim.. Her şey bir anda boyut değiştiriverecek.      



 Bir sabah uyandığınızda, yatağınızın yanı başındaki terliklerinizi ayaklarınıza geçirip, camdan yeni şehrinizi seyrederken buluyorsunuz kendinizi.

Harika mı? Ürkütücü mü?

Eşekten düşmüş karpuza mı benzediniz, yoksa elinizdeki mis gibi kahveyi camın önünde yudumlarken, dünyaya yeniden gelmiş gibi mi hissettiniz kendinizi?

Göze alınacak risk, sanırım tam burada devreye giriyor.

Bir anda, coğrafyadan tutun da hava, insan ve eşya tamamen yüz değiştiriyor. Bunca yeninin yükünü bünyeniz kaldırır mı acaba?

Sadece iki seçenek kalıyor geriye. Her iki seçenekte de bir tek ortak cümle mevcut:

Hayat kısa.

Ya “Hayat kısa! Düzen bozmaya değmeyecek kadar hem de!
Ya da “Hayat kısa! Vira bismillah! Bekle beni yeni hayat!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder