Daha önce hiç bu kadar güzelini görmemiş gibi bakışlarımı
dikmiştim. Bir çift kara zeytini alıp kaşlarının altına sanatsal bir incelikle
yerleştirmiş olmalıydılar.
Bir an için olsun göz göze gelebilmek için sohbetimiz boyunca
gözlerimi ayırmadım ondan. Israrla bakmadı. Tanımıyor olsam kasten yapıyor
sanacaktım.
Aslında kırk beşini çoktan aşmıştı. Bu benim hesabım tabi.
Ancak otuz beşinde var yok gibiydi. Kömür karası saçları koyu esmer teni, uzun
boyu, etine dolgun vücudu ile her kadını kıskandıracak kadar güzeldi.
Anlattıklarını yarım yamalak dinlerken onu seyretmenin hazzından kendimi
alamıyordum.
Altı yedi sene olmuştu kocasını kaybedeli. Eş dosttan
duyduğum kadarıyla adam, torununun velayeti ile alâkalı çıkan bir tatsızlıkta
kör bir kurşuna hedef olmuştu. Hiç bahsetmedi ondan. Ben de sormadım. Onu
üzeceğini bildiğimden aramızdaki hısımlığın tek ortak paydası olan kişiden hiç
konuşmadık.
Gözlerime bakmadan benimle konuşan insanlardan oldum olası
tırsmışımdır. Ama o gün kendimle çelişiyordum. Bakışlarını benden çok uzaklara
dikmesinden hiç rahatsız olmadım niyeyse. Gözlerime bakmıyor olması beni değil,
geçmişi yok saymak istemesindendi.
Vızır vızır işleyen bir dönerci dükkânında
müşterilere servis yaparak geçimini sağlıyordu. Yaklaşık altı aydır burada
çalışıyormuş. Oturuşundaki rahatlığı gören onu oranın patronu sanırdı. Özgüven
ne alınır, ne satılır bir şeydi.
Devlerin aşkıydı onların yaşadığı.
Hayvan gibi bir motorsikletleri vardı o zamanlar. Atladıkları gibi Torosların en
yüksek yaylasına gelirlerdi onunla. Motor sesini duyan mahalleli kapıya
pencereye sinek gibi yapışırdı. Belki de diyorum onları da yerle yeksan eden;
deveyi kazana insanı mezara sokan nazar denen illetti.
Tabakasından
sigarasını çıkardı. Ateş bulabilmek için ceplerini karıştırdı. Çantamdan
yıllardır gözüm gibi sakındığım çakmağını çıkarıp ona uzattım. Sigarasını
yakınca bana geri uzattı. \"Sende kalsın\" dedim. Almak istemedi önce. \"Sana
lâzım olur\" deyince \"sigarayı bıraktım ben, ne lâzım olacak\" dedim. Düpedüz
yalan söyledim. Yalan söylerken mutlanmak bir maraz mıdır
ki?
Gülümseyerek teşekkür etti. Bu defa kesin bana bakar sanmıştım.
Yanılmıştım. Pisi pisine gitmişti işte caanım çakmak. Sigarasından derin bir
nefes çekerken uzun bacaklarını üst üste attı. Bir ara ona \"İnsan neler görüyor
bu hayatta\" dediğimi hatırlıyorum. Bunu neden söylediğimi ikimiz de biliyorduk.
Daha da neler göreceğiz kim bilir diye cevap verdi.
Onun ilkokuldan sonra hiç
okul görmediğini düşününce okulsuz bir toplumun çok da kötü bir şey olmayacağına
inanmıştım. Hatta üniversite okumuş tanıdığım yüzlerce kadının onu tanısalar
kendilerinden utanacaklarını da biliyordum.
Sigarasını bitirmesini
bekleyip müsaade istedim. Sonra sarılıp vedalaştık. \"yine uğra\" diyerek yolcu
etti beni. Belki çok içten değildi ama ben ciddiye aldım. Belki de öyle olmasını
diledim. Çalıştığı dükkâna bir daha uğrayamadım.
Ertesi gün planlı
bir gezi için tren garına gittim. Upuzun boyuyla o kalabalıkta onu fark etmemek
mümkün değildi. Kot pantolon ve uzun kollu bir tişört vardı üzerinde. Saçları
kısa fakat iddialıydı. Yüzünde zerre makyaj yoktu. Halen çok güzeldi. Ruhundaki
özgüven, duruşuna ilham vermiş olmalıydı. Dimdik durmuş gözlerini trenin
geleceği yöne dikilmişti. Bir süre daha uzaktan hayranlıkla onu seyrettim. Sonra
yanına gittim. Yanında kızları vardı. Aynı trene binecektik. Ayak üstü on dakika
hava su toprak muhabbeti ettik. Güneş gözlüklerini takarak güzel gözlerini
saklamak istemiş olmalıydı.
Tren geldi. Bütün insanlar trenin kapısına
doğru hücum etmeye başladı. İtişmeseler trene binemeyeceklermiş gibi bir halleri
vardı. O ise herkesin trene binmesini sakince bekledi. Ben de onun arkasında.
Tam trene binecekken ayak uçlarıma basarak yükseldim, kulağına doğru yetişmeye
çalışarak, \"kızlarının senin kadar uzun olamaması ne büyük talihsizlik\"
dedim.
Bunun hoşuna gideceğini düşünmekle yanılmamıştım. Bana dönerek
gülümsedi. Haklısın geçemediler beni dedi. Onu gülümserken görmek ne güzeldi.
Hayranlık ve merhamet birbirine karışmıştı belki de anlayamadım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder