29 Şubat 2012 Çarşamba

Eassyeeaannn!

Hayatta asla yakalanmak istemeyeceğin bir hastalık seç deseler hiç düşünmeden temizlik hastalığı deyiveririm.
Kimileri bunun nedeninin pisliğin artık ruhuma bulaştığından olabileceğini iddia ediyor. Belki de haklılardır. Haklı olmaları bundan şikâyetçi olmamı gerektirmez pek tabii.
Yani ne bileyim, hastalık dediğin yata yata çekilir, inim inim inletir bir şey olmalı. En azından biz büyüklerimizden öyle gördük.
Temizlik hastaları ile ilgili çok hikâye dinledim ve okudum ama onlara hiç bu kadar yakın olmamıştım.
Üst kat komşumla tanışmam ilk kez balkonda oldu. İlk kez diyorum çünkü ikinci ve üçüncü kez de tanıştık. İlkini anlatıyordum. Ben çamaşır asarken baktım balkonun kenarına tek tek yığmış çar çaput ne varsa ha babam de babam silkeliyor.
- "Komşum merhaba. Bak ben çamaşır asıyorum gördüğün gibi. İstersen silkeleme" dedim.
- "Ay valla görmemişim" deyip içeri kaçtı.
Tamam dedik. İnsanlık hali. Görmemiş olabilir. Bazen benim de görmediğim şeyler olabiliyor. Geçen gün koca demliği görmemişim misal, kaynamış suyu mutfak camının önündeki caanım menekşenin köküne boca ederken görmüşler beni.
Neyse, aradan üç beş gün geçmişti ki bu defa salonun balkonuna çıkmış bir yandan kahve keyfi yapıyor bir yandan da dünyanın en şanslı insanlarından biri olduğumu düşünerek şehri seyrediyordum, ki pat pat pat diye bir ses...
Eyvah dedim, yakınlarda bir yerlerde aile içi şiddet yaşanıyor olmalı. İyi de neden bağırtı çağırtı yok?
Başımı yukarı doğru uzatınca bir de ne göreyim bizim hanım sultan evi yine almış beriye. Halı, kilim, çul ne varsa tepemden aşağıya sallıyor.
Bir süre sessizce onu izledim. Bunu yaparken ne hissedebileceğini idrak etmeye çalıştım. Bünye alışık olmadığından idrak yollarım o an enfeksiyon geçirdi.
Herhalde "batsın bu dünya" sloganını tüm dünyaya bu şekilde haykırıyordu. Kendimi toplayıp seslendim.
- "Komşum iyi misin sen ya. Napıyorsun?"
- "Kız anacım valla temiz. Bişey yok. Yıkadım, süpürdüm. Bir iki de sallayayım dedim." (Ordan sallanacak bişey var aslında haklısın.)
- "Madem temiz niye silkeliyorsun?"
Benimki de soru işte.
- "Tamam bitti zaten..." Der demez yangından mal kaçırır gibi yine içeri kaçtı.
Ertesi gün sabahın köründe korkunç bir gürültüyle uyandık. Günlerden de pazar bu arada. Ama ne gürültü. Vatansever filminin seti, üst kat sanırsın. Çekimler halen bitmiş değil. "Kestik! Ekşın!" durumları...
Bu defa mevzunun bilimsel açıklamalarını internetten öğrenip karşımdaki insanın ruh halini anlamaya çalışmakla işe başladım.
"Temizlik hastalığı toplumda her 100 kişinin 2'sinde görülen ciddi bir rahatsızlık..."
Bu durumda her 100 kişinin iki komşusundan biri de benim. İsmimin beş haline çok şahit olmuştum ama, vay halimemi hiç görmemiştim. (Bu kötü bir espriydi. Geçtik.) Hayatım boyunca hiç ilk yüze girmemiştim meselâ. Okuldayken de hep arka sıralarda otururdum. Kendimi bu durumda biraz özel hissetim sanki. Sanki diyorum çünkü mevzuya iyimser bakma derdindeyim. Araştırma sonuçlarıma lütfen devam edelim efenim.
"Amerikan Hastanesi Psikiyatri Bölümü uzmanlarından Dr. İsmet Bora, temizlik hastalığının tedavi edilmediği takdirde ciddi rahatsızlıklar verebileceğinin altını çiziyor. "Hastalık günlük hayattaki iletişimi olumsuz yönde etkiler, hayatı büyük ölçüde zorlaştırır..." Falan filân...
İşte bu külliyen doğru. Hastalık tedavi edilmezse ciddi rahatsızlar verecek. Ancak alt komşuya, hastaya değil. Hastanın kendisi gayet mutlu zira.
Her sabah kalkıyor. Akşama kadar evi kırklıyor, yalayıp yutuyor. Huzur içinde de erkenden uyuyor. Niye? Çünkü ertesi gün erkenden kalkıp evi yeniden temizleme aşkıyla yastığına sarılıyor. Ben de lisedeyken âşık olduğum çocuğu ertesi gün tekrar görebilme heyecanıyla erkenden uyurdum. Teşbihte hata olmaz.
Hastamız uyuduğu sürece bir bebek kadar masum ve zararsız olduğu için benim de en verimli okuma-yazma saatlerim bu dilimler içinde zuhur ediyor. Uyku ne büyük bir nimet. "
Komşularla yeni yeni tanışırken evin eski sahibinin evi bu sebepten sattığını öğrenmiş olmak kendimi biraz salak hissettirmiş olsa da, bu meseleyi konuşarak çözemeyeceğimden zaman içinde iyice emin oldum. Her ne kadar yıllar yılı huzur isyandadır dediysem de son yıllarda üzerimde ölü toprağı var sanki. Hiçbir şey beni eskisi kadar sinirlendiremediği gibi boyun eğmenin ve asla değiştiremeyeceğim şeyleri kabul etmenin huzurunu hiç bir şeye değişmem artık.
En son birkaç gün evvel balkon yıkıyordum ki baktım bizim obsesif-kompulsif (temizlik hastalarının tıptaki adı) üst kattan bana şirin şirin gülücükler saçıyor. Aslında sevimli kadın. Yalnız bu arada da gözümün içine baka baka elindeki çarı çaputu silkelemeyi bırakmıyor.
-Sen yine mi silkeliyorsun bacım ya. Yasak yasak! Apartmanda balkondan bir şeyler silkelemek YASS-SAKKK!" (Bu bölümde, söylemesi ayıp, harbi bağırdım.)
- "Kız inanmazsın belki ama çocuklarımın ölüsünü öpeyim ki bunlar da temiz. Hastalık bu valla. Napayım elimde değil. Yapmadan duramıyorum."
O an bir parça empati yapmaya gayret ettim. Kendi takıntılarım bir film şeridi gibi gözümün önünden geçti. Başladığım yazıyı bitirmeden başından kalkamadığım gibi. Sırf bu yüzden penaltı düdüğü gibi çalan telefon ve kapılara bakmadığımı, kaç kez yemek yaktığımı, kaç geceler uykusuz kaldığımı düşündüm.
Sonra aklıma W. Shakespeare'in Macbeth adlı eserindeki hikâye geldi aklıma. Orada da Lady Macbeth'in etkisiyle kocası Macbeth, Kral Duncan'ı öldürüyor ve bu olayın üstüne Lady Macbeth'de bir el yıkama hastalığı başlıyordu.
Şimdi biz kendi hikâyemize tekrar dönelim.
"Yapmadan duramıyorum" derken karşımda ezildiğini hissettim. Bu beni rahatsız eden bir duygudur. Karşımda ezik duran bir insanın varlığına hiç dayanamam. Hatta bu lânet olası his sebebiyle evime gündelikçi kadın alamaz, yanıma yaklaşan dilencileri de kovarım.
Acıdım bu defa. Gülümsediğimi hatırlıyorum. "Tamam" dedim. "Madem öyle, istediğin zaman istediğin kadar abartabilirsin. Silkelemeye devam."
Obsesif- kompulsif komşumun o anki sevincini görmeniz lâzımdı. Sanki dünyanın tüm servetini ona bağışlamıştım.
Daha evvel hiç, bir obsesif- kompulsifi mutlu etmemiştim. Sıra dışı bir tecrübeydi doğrusu

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder