Evde yalnız kalmaktan ödü kopan bağyan arkadaşlarım var.
Özellikle geceleri. Halbusi gece, güzeldir. Demlenmiş çay, köpüklü kahve ve
yazmak için idealdir. Dün geceye kadar böyleydi en azından.
Uzun bir yolculuğun ardından pejmürde pert bir şekilde eve
attım kendimi. Akşam erkenden zıbardım. Gece yarısı kapı gıcırtısı ile gözlerimi
fal taşı gibi açtım. Evin köhne kapılarından biri korku filmlerindeki gibi
ahenkle gıcırdıyordu. Hafiften bir tırsma hali. Yataktan kalktım.
Sonra vazgeçtim, tekrar yattım. Yorganı tepeme çektim.
Uyumaya çalıştım. Yok olmayacaktı. Tekrar kalktım, ışıkları yaktım. Hangi
kapının gıcırdadığını araştırdım. Meğer lodosun etkisiyle havalandırmadan gelen
akım, banyo kapısını hareketlendirmiş filan. Sıkıca kapatıp yatağıma geri
döndüm. Işıkları södürmemin peşinden tekrar uyumaya çalışırken telefonuma gelen
mesaj sesiyle zıpladım. Allah’ın belası Türkcell’miş. Adamların hiç desturu
yok!
Şimdi Amerikan korku filmi klasiklerine bir göz atalım.
Orada nasıl oluyor mevzu.
Mary, hafta sonunu sevgilisiyle birlikte bir göl evinde
geçirmeye karar vermiştir. Fakat son anda esas oğlanın bir işi çıkmış, Mary’yi
önden yollamış, kendisinin de yarın akşam yanında olacağını telesekretere not
bırakmıştır. Buraya kadar her şey yolundadır.
Mary, arabasında uzun yol şarkıları dinleye dinleye, her
tarafı örümcek ağıyla kaplanmış göl evine varmıştır.
Eve girer girmez, eşyaların üzerine örtülmüş beyaz örtüleri
kaldırmış, camları açmış, evi bir güzel havalandırmıştır. Hepsi bu kadardır. Ev
yaşamaya hazırdır. Bizim kadınlarımızdan biri olsa bu kahraman, ne yapar? Önce
araba fırçasıyla örümcek ağlarını alır, sonra elektrikli süpürge ile evi bir
güzel baştan aşağı süpürür, yetmez siler. Camları ışıl ışıl yapar, banyo ve
tuvaleti de porçöz ve domestosla elden geçiririr filan. Çünkü neden? Çünkü her
Türk kadını bilir ki Domestos candır. Geçtik.
Mary canını yolda bulmadığını bildiğinden temizlik için
parçalanmaz ve gece olunca kendini beyaz çarşaflı, nevresimli yatağına atar. Sonra
mışıl mışıl uyumaya başlar. Kadında dert tasa yok tabi, başını yastığına koyar koymaz
tık gider. Bizimkilerden biri olsa, o yattığı yataktan elli kere kalkar. Yok
çamaşır makinesine çamaşır atar, bulaşık makinasını boşaltmak için kalkar, du
çamaşırları da asayım öyle yatayım filan der. Sonra da diyorlar ki bizim
kadınlarımız erken çöküyor. Çöker tabi. Az gavurun kadınından örnek alsalar ya!
Neyse efendim filmimize dönelim biz. Mary gece yarısı
aşağıdan gelen kapı gıcırtısı ile gözlerini açar. İlk tepkisi nasıl olur
hatırlatayım:
-John! Sen misin hayatım?
Bizde olsa Ahmet, Mehmet o an aklımızın ucundan bile geçmez.
Arsızı, hırsızı, ipsizi, sapsızı dururken, Ahmet Mehmet niye gelsin hem.
Mary Yataktan sakin sakin kalkar ışıkları yakar, alt kata
iner. Bir yandan da konuşmaya devam eder.
-Oww John! Hadi bebeğim şakanın
hiç sırası değil, bana sürpriz yaptığını biliyorum hadi çık ortaya!
Bizde olsa film nasıl devam eder? Mary değil de Merve
olaydı, o sesi duyduğu an, yorganı tepesine çeker kıpırdamadan bekler ve film
orada biterdi.
Fakat Mary bu! Boru değil!
Mary her ne kadar John John diye
kıçını yırtsa da karşıdan bir ses gelmez. Boyu posu devrilesice John’u evin
içinde bulamayan Mary, bu defa hırs
yapar eline bir el feneri alır ve bahçeye çıkar. Anam bacım, gece yarısı göl
evindesin, kadın başına senin neyine elinde el feneriyle ormana dalmak! Çek
yorganı tepene zıbar diğ mi? Ama yok Mary durmaz çıplak ayakla ve üzerinde
sabahlığı, elinde el feneriyle John da John diye tutturur.
E ertesi gün n’olur peki, olay
yeri inceleme, polis şeritleri, ormanda
bir manga üniformalı görevli vs vs. E rahat duraydın da devletin askerini,
polisini meşgul etmeyeydin olma mıydı be kuzum?
Bak Merve’ye! Çekti yorganı
tepesine. Yorgan altında feys bık’a takıldı filan derken uyudu gitti. Ertesi
gün de John’la gününü gün etti.
Böyleyken böyle canlarım. Yazı
bitti. Stop.