1 Ekim 2013 Salı

John? Sen misin hayatım?


 
 

Evde yalnız kalmaktan ödü kopan bağyan arkadaşlarım var. Özellikle geceleri. Halbusi gece, güzeldir. Demlenmiş çay, köpüklü kahve ve yazmak için idealdir. Dün geceye kadar böyleydi en azından.
Uzun bir yolculuğun ardından pejmürde pert bir şekilde eve attım kendimi. Akşam erkenden zıbardım. Gece yarısı kapı gıcırtısı ile gözlerimi fal taşı gibi açtım. Evin köhne kapılarından biri korku filmlerindeki gibi ahenkle gıcırdıyordu. Hafiften bir tırsma hali. Yataktan kalktım.
 
Sonra vazgeçtim, tekrar yattım. Yorganı tepeme çektim. Uyumaya çalıştım. Yok olmayacaktı. Tekrar kalktım, ışıkları yaktım. Hangi kapının gıcırdadığını araştırdım. Meğer lodosun etkisiyle havalandırmadan gelen akım, banyo kapısını hareketlendirmiş filan. Sıkıca kapatıp yatağıma geri döndüm. Işıkları södürmemin peşinden tekrar uyumaya çalışırken telefonuma gelen mesaj sesiyle zıpladım. Allah’ın belası Türkcell’miş. Adamların hiç desturu yok!
 
Şimdi Amerikan korku filmi klasiklerine bir göz atalım. Orada nasıl oluyor mevzu.
Mary, hafta sonunu sevgilisiyle birlikte bir göl evinde geçirmeye karar vermiştir. Fakat son anda esas oğlanın bir işi çıkmış, Mary’yi önden yollamış, kendisinin de yarın akşam yanında olacağını telesekretere not bırakmıştır. Buraya kadar her şey yolundadır.
 
Mary, arabasında uzun yol şarkıları dinleye dinleye, her tarafı örümcek ağıyla kaplanmış göl evine varmıştır.
Eve girer girmez, eşyaların üzerine örtülmüş beyaz örtüleri kaldırmış, camları açmış, evi bir güzel havalandırmıştır. Hepsi bu kadardır. Ev yaşamaya hazırdır. Bizim kadınlarımızdan biri olsa bu kahraman, ne yapar? Önce araba fırçasıyla örümcek ağlarını alır, sonra elektrikli süpürge ile evi bir güzel baştan aşağı süpürür, yetmez siler. Camları ışıl ışıl yapar, banyo ve tuvaleti de porçöz ve domestosla elden geçiririr filan. Çünkü neden? Çünkü her Türk kadını bilir ki Domestos candır. Geçtik.
 
Mary canını yolda bulmadığını bildiğinden temizlik için parçalanmaz ve gece olunca kendini beyaz çarşaflı, nevresimli yatağına atar. Sonra mışıl mışıl uyumaya başlar. Kadında dert tasa yok tabi, başını yastığına koyar koymaz tık gider. Bizimkilerden biri olsa, o yattığı yataktan elli kere kalkar. Yok çamaşır makinesine çamaşır atar, bulaşık makinasını boşaltmak için kalkar, du çamaşırları da asayım öyle yatayım filan der. Sonra da diyorlar ki bizim kadınlarımız erken çöküyor. Çöker tabi. Az gavurun kadınından örnek alsalar ya!
 
Neyse efendim filmimize dönelim biz. Mary gece yarısı aşağıdan gelen kapı gıcırtısı ile gözlerini açar. İlk tepkisi nasıl olur hatırlatayım:
-John! Sen misin hayatım?
 
Bizde olsa Ahmet, Mehmet o an aklımızın ucundan bile geçmez. Arsızı, hırsızı, ipsizi, sapsızı dururken, Ahmet Mehmet niye gelsin hem.
Mary Yataktan sakin sakin kalkar ışıkları yakar, alt kata iner. Bir yandan da konuşmaya devam eder.
-Oww John! Hadi bebeğim şakanın hiç sırası değil, bana sürpriz yaptığını biliyorum hadi çık ortaya!
Bizde olsa film nasıl devam eder? Mary değil de Merve olaydı, o sesi duyduğu an, yorganı tepesine çeker kıpırdamadan bekler ve film orada biterdi.
 Fakat Mary bu! Boru değil!
Mary her ne kadar John John diye kıçını yırtsa da karşıdan bir ses gelmez. Boyu posu devrilesice John’u evin içinde bulamayan Mary, bu defa  hırs yapar eline bir el feneri alır ve bahçeye çıkar. Anam bacım, gece yarısı göl evindesin, kadın başına senin neyine elinde el feneriyle ormana dalmak! Çek yorganı tepene zıbar diğ mi? Ama yok Mary durmaz çıplak ayakla ve üzerinde sabahlığı, elinde el feneriyle John da John diye tutturur.
 
E ertesi gün n’olur peki, olay yeri inceleme, polis şeritleri,  ormanda bir manga üniformalı görevli vs vs. E rahat duraydın da devletin askerini, polisini meşgul etmeyeydin olma mıydı be kuzum?
Bak Merve’ye! Çekti yorganı tepesine. Yorgan altında feys bık’a takıldı filan derken uyudu gitti. Ertesi gün de John’la gününü gün etti.
Böyleyken böyle canlarım. Yazı bitti. Stop.