Şu ana kadar çok
okunan herhangi bir Edebiyat dergisinin dikkatini çekememiş olmam, benim sönük
bir yazar olduğumu gösterir mi? Hayır.
Bu, çok önemli mi
peki?
Değil. Sonuçta az da
olsa kendi çapımda bir okur kitlem mevcut. Ha yüz kişi, ha yüz bin kişi.
Sonuçta yazar kişisi; yazısını bir tek kişi için yazar. Rakamlar sanıldığı
kadar ehemmiyet taşımaz dostumcumlarım.
Misal ben yazı
yazarken, beni en iyi anlayan, bir o kadar da seven bir dostumu karşıma oturtup
onunla konuşuyormuşum gibi yazıyorum. Arada bir, çay kahve filan bile sorduğum
oluyor. O derece şizofrenik bir aktivitedir yazmak.
Neyse efendim, mevzu
dağılmasın. İnsanlar üzerinde gerek kelimelerimin, gerek davranışlarımın
çarpıcı bir etkisi olduğuna inandırdılar beni. Sıradan biri olduğumu defaatle dillendirmeme
rağmen üstelik. Tek geçerli nedenleri ise; bu ülkede her kadının ortalama
başına gelebilecek envai çeşit hadiselere maruz kalıp, bunlardan ustalıkla
paçayı kurtarabilmiş olmam. Namım Zeyna’ya kadar çıktı netekim. İyi bir şey
tabi. Kabarabilirsin sen de kel Fatma diye diye kabardım. Telkin mühim mevzu
canlarım. Aksatmamak lazım.
Şimdi vereceğim
örnekle kanınızın çekildiğine, narsizmimin kök hücrelerinize kadar nasıl nüfuz
ettiğine bire bir şahit olacaksınız.
Bundan iki üç yıl kadar
evveldi. Rahmetli kayınvalidem epey bir rahatsız ve hasta yatağındaydı. On iki
evladı, tüm gelinleri, damatları, torun torbaları başına toplanmış, moraller
sıfır. İşin en kötü yanı da kayınvalidemde zuhur eden bilinç kaybı. Etrafındaki
hiç kimseyi tanımıyor, geçmişe dair hiçbir hadiseyi anımsamıyor. Kendisine
sorulan sorulara anlamsız bakışlarla cevap veriyor filan.
Büyüktür, atadır
deyip iş çıkışı ben de bulunduğu eve geçmiş olsuna gittim. Odada ağır, yarı
matemsi bir hava. Bir anda hasta dahil tüm gözler kapıda beliren bana çevrildi.
Çünkü kapıda beliren bendim. Ben kendim. Mümkün olsa ben bile bana bakacaktım.
Kalabalık ve bol tanıdıklı bir ortama giren en son kişi en cesaretlimizdir çok
afedersin. Kayınvalidemin beni görünce gözlerinin çakmak çakmak oluşu bir yana “Nilcuuuunnnn!”
nidası kulağımda zınladı. Üstelik sadece
benim değil, tüm salondakilerin. Hangi
açıdan nasıl bir etki bırakmış olabileceğim konusuna girecek değilim. Orası
okuyucuyu ırgalamaz.
Salonda üzerimde
kilitlenen bakışlara döndüm ve haklı bir gururla dedim ki “Gördünüz işte
sevgili Romalılar! Ben u-nu-tu-la-cak ka-dın de-ği-lim!”
Salonda gülüşmeler
filan. Trajikomik tabi. Sen tut besleyip büyüttüğün on iki evladı, bilmem kaç
damadı, bir o kadar gelini bir kalemde sil at kafandan, beni pamuklara sar
sarmala muhafaza et. Kainatta tesadüfe
tesadüf edilmez canlarım. Bunu yazın bir kenara. Zira ben yazdım an itibarı
ile.
Bir gün keşfedileceğim
ama belki o gün ben bu fani dünyadan çok uzaklarda olacağım. Çok hüzünbaz bitti
lan bu yazının sonu. Böyle planlamamıştım oysa ki.
Beng beng lükü lüüü!! |