12 Haziran 2014 Perşembe

Şans, talih dediğim

Her sabah uyandıgimızda tüm geçmişimizi yeniden hatirlamak ve buna ragmen delirmemek ne büyuk bir şans Tanrım!!

Vita

Markette "Vita" yağı gördüm bu aksam üstü. Nerelere gitmedim ki!
Annemin un helvalarindan, ta dama çıkan merdivenlere sıra sıra dizilmiş vita kutularına dikilmiş annemin koparmaya kiyamadigi kirmizi, beyaz ve pembe karanfillerin kokusunu bile hissettim. Yüzünü unutmaya başladığım annemin kokusunu çektim sanki içime.

Kapağa gel kapağa

Eski evimi sattigim can dostuma kahve icmeye gittim. Ust kattaki obsesif hatunla tartismislar gecenlerde. Tek sorun, ust kattaki hatunun surekli balkondan bir seyler silkelemesi. Aralarinda gecen konusma soyle olmus:
-Surekli bir seyler silkeleyerek balkonumu mahvediyorsun, yapma.
-Iyi de zaten her gun guvercinler sıçıyor balkonuna, benim yaptigimi niye sorun ediyorsun?
Dostum durur mu yapistirmis cevabi:
-İyi de onlarda beyin yok. Kuş onlar.
Wuuuu!!!

Kime diyorum!!

Bugun sinifa hic ogrenci gelmemisti.
Dersi duvara anlattım.
Ben duvara da anlatırım, maaşimi alirim sonucta dedim.

 Iyi dedim

Güzel kızdı Kıymet

Universitedeyken okulda cok guzel bir kız vardı. Oyle boyle degil ama Allah özene bezene yaratmış dediklerinden. Bir kaş, bir gòz, bir kirpik vardı kızda, Türkan Şoray halt etmişti. Iste o kız yolda karşımdan gelse, oldugum yerde çakılır, kızi seyrederdim. Sonra birgun bir baktım, adamın biri şahane arabasının kapısini aciyor ona. Ertesi gun yine. Sonraki gunler de oyle. Sonra ogrendim ki nişanlan...mış, okul bitmeden de evleneceklermiş. Kızın adı Kıymetti. Cok guzeldi. Adamı hiç yakıştıramadık Kıymet'e. Aralarındaki yaş farkına uyuz olduk falan. Bunu niye yapmıştı Kıymet?. Sonra oyle işte. Güzel kızlar güzel arabalara bindiler gittiler. Biz de yürüyerek dönduk yurda. Yürümek iyiymiş bünyeye dediler, o gün bugundur halen yüruyoruz. Bir iyiligini görmedik daha.

Güzellik deyince aklıma geldi

Herkes, zeka ve kultürun ehemmiyetinden dem vurur. Fakat dunya genelinde yapilan arastirmalarin sonucunda, insanlarin etkilendigi en belirgin iki unsur vardir. Birincisi guzellik, ikincisi para. Bunlarin her ikisinden de yoksunsaniz ve halen kendinizle ve dış dünya ile barışık bir bünyeye sahipseniz; olmuşsunuz demektir. Fakat dört unsurdan hicbiri yoksa iste o zaman yapilacak tek sey, çaylari tazelemek.

Fakir algısı

Bes yil aradan sonra dun gece Nazanla Istanbulda bulustuk. Iste koptugumuz an:
Ben:Sizin Basaksehirde muaazzam bir ev vardi. Noldu, duruyor mu?
Nazan: Kocam televizyon almak istedi o ara. Onun yoluna gitti o ev.
Ben: Manyak misinuz siz yeaa? Evkur'da 24 ay taksitle dev ekran veriyorlar. Alsaydiniz ya ordan bi yerden.
Nazan: Televizyon derken kanal şekerim kanal
asdfghjjkl zzzz. Cozzzz dgghj hönk.

Mutsuz kadın

Mutsuz kadınlara biraz dikkat ettiginizde, hepsinin kökeninde cocukluk ve ilk genc kızlık dönemlerinde babalariyla aralarinda açılmış uçurumu gorursunuz. O uçurum lanetlidir. Ne yapar eder, gunun birinde intikamini alir.

Haroşe hayatlar


Lanetli bir sabahtan selamlar sevgiler. Neden lanetli, çünkü bir insanın sabahın altısında uyanması için lanetlenmiş olmaktan başka bir sebebi olamaz. Diğ mi beybim? Sen bilirsin bende yalan, hilaf olmaz. Böyledir diyorsam böyledir. öyledir diyorsam da öyledir. Artık olaylar ve analizler hakkında hiç yanılmadığı sen de hayretle izliyorsun değil mi? Ha bu benim çok akıllı bir insan olmamdan filan kaynaklanmıyor bak. Bu yaşlandıkça kendi kendine olan bir şey zira. İleride sen de göreceksin.

Neyse bebitom. Konuya gireyim. Ama öncesinde şunu söylemeliyim ki yeni saç rengimle çok aşırı fala mutluyum. Tamam şampuan reklamlarındaki kızlar gibi ahenkle dans etmiyor saçlarım, fakat yine de çok memnunum. Bence biraz uzatabilseydim şu saçlarımı inan bana süperkulade bir iş başarmış olacağım. Saç uzatma hadisesinde bir sınır var şekerim. Yani enseden iki bilemedin üç parmakaşağısı. O sınırı geçtin, uzar o saç. Fakat o uzunluğa gelinceye kadar kaldırmakta zorluk yaşayacağın bir hadise yaşamışsan o ara, geçmiş olsun. Bilekler mi saçlar mı, bilekler mi saçlar mı, derken bir bakmışsın kuaför koltuğunda oturmuş, elinde makas ve tarakla başında bekleyen kolları dövmeli ağbiye,üzgünçlü hikayeler anlatırken buluyorsun kendini.


Yahu nereden geldi mevzu buraya, ben sana başka bir öneride bulunacaktım asıl. Mektubum yarım sayfa olmuş, ben daha konuya giremedim. Konuşurken böyle değilim ama farkında mısın? Demek istediğimi pat pat pat söyleyiveren bir insanım normalde. Fakat ne işse yazarken insanlıktan çıkıyorum. Dağılıyorum.Neyse tamam toparlıyorum. Örgü işine girsek diyorum kız Burcu. Belki toparlarız örgü ile. Niye örgü bilmiyorum. Fakat örgü ören kadınlara baktığımda bana sanki çok derli toplu bir hayatları varmış gibi geliyor. Sanki o kadınlar bütün sıkıntılarını o ilmeklerden geçirip, motiflerin arasına sonsuza dek tıkıyorlarmış ve sonuç itibariyle hepsinden kurtuluyorlarmş gibi görünüyor. Benimkisi sanatsal bir bakış tabi. Yani en azından
azından Ekspresyonist bakmalıyız olaya. Bizi boğan, ezen ızdırapları sanatımıza yansıtırız. Mesela haksızlıklara karşı olan isyanlarımızı bir Türkan Şoray kipriği modeliyle anlatırken hüznün, ızdırabın dibine vururuz çok afedersin.

Aslında örgü işi sana  göre değil biliyorum. Aslında bana göre de değil. Fakat inan bana acıdan ne dediğimi ben de bilmiyorum.

 

17 Mart 2014 Pazartesi

Yeni nesil anne modeli

Yeni nesil annelerde bir tür rahatsızlık var ve ben bu rahatsızlıktan rahatsız değilim fakat komik geliyor yazmak istedim. Gerçi bu ara aldığım ozon terapiden sonra her şey bir başka güldürükçü geliyor. Mevzu ozon değil çok afedersin.

Misal bakıyorsun, arkadaş yeni anne olmuş. Çocuğu misal sekiz aylık. “Baybay yapalım annem  diyorsun baybay yapıyor, öpücük atıyoruuzzz şimdi dee, diyorsun öpücük atıyor. İşte babasını görünce şöyle yapıyor, ebesini görünce şöyle yapıyor. Dahi mi ne”  filan söylemleri.

Allah kimseyi görmemiş etmesin. Yani nebleyim üç çocuk büyüttüm, halen derim ki “ulan ben bu çocuklarda brokoli yese miydim acaba?”
Abarmayalım, abartmayalım, insan olalım. Kimsenin beynini böylesi gereksiz mevzularla şeetmiyelim.

Stop.

15 Mart 2014 Cumartesi

İmza Günü


22 Mart Cumartesi günü "Ağaç kovuğundan öyküler" adlı canım kitabımın saat 14.00 ila 15.30 arası imza günü etkinliği gerçekleşecektir.
Gelmezseniz, aman gelmezseniz gelmeyin yeaaa!
Bursaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaa

Annem.

 
Atatürk’ün öldüğü ay doğmuş, Menderes’in asıldığı sene evlenmişim derdi. 
Her kız çocuğu babasına hayrandır ama ben anneme hayrandım. Hiçbir zaman onun gibi bir anne olamadım. Bunun için hep üzülmüşümdür. Maalesef anne olmak geridönüşü mümkün olmayan bir mevzu.
Yarın annemin 19. Ölüm yıldönümü. Bütün yıldönümlerinden nefret ederim. Doğum günleri dahil. Şimdiki nesle bakıyorum, bebeklerinin, evliliklerinin ay dönümlerini bile kutluyorlar. Nerede saklayacaksınız onca anıyı? Nasıl bir hayat iştahıdır bu?
Kendi çocuklarımın doğum günlerini bile beş yılda bir kutlayan bir anne olarak, bu kadarını anlamamı kimse beklemez zaten.
Arap bir anne ile Kürt bir babanın melez çocuğuymuş annem. Öyle okumuş bir kadın değildi fakat nerede nasıl davranılır bilirdi. İyi niyetten ölünseydi annem ölürdü. Bu yüzden ölmüştü.
Yüzü yavaş yavaş siliniyor hafızamdan. Fotoğraflarına halen bakamıyorum. Ne zaman baksam, dibe vuruyorum. Annemle ilgili cümle kursam içim kanıyor. Zamanla alışılır her şeye deniyor. Zamanın alıştıramayacağı mevzular da var hayatta. Ben onun yokluğuna alışamadım misal. En büyük zorlukları aşsam da, onun yokluğuyla ne zaman karşılaşsam duvara toslamış gibi oluyorum. Bütün pencerelerin kapalı olduğu bir evde, dışarı çıkmak istedikçe sürekli cama çarpan bir sineğe benziyorum.

Pencerenin önünde oturup “benim bok kaderim” der, sürekli ağlardı. Neye ağladığını sorsak da anlatmazdı. Anlatamamak derdinden öldü zannımca. Anlatamamak öldürür insanı. Yer, bitirir söyleyememek. Bok gibi olan bir şeyler vardı benim bildiğim. “Anne, biliyorum her şeyi” deyip bir kez olsun dertleşemedik.

Yeşil jorjet bir mantosu vardı. Komşuya, bakkala gitse sırtına geçiriverirdi. Ayakkabısız çöp dökmeye bile gitmezdi. Bir başka asil kadındı. Kendime bakıyorum bir de, yüz yıl aynı kıyafetle işe gidip gelebilirim. Öyle bir potansiyelim mevcut. Üç damadı vardı rahmetlinin. Hiçbirinden de hak ettiği değeri görememiş olması kederine keder kattı kadıncağızın. Bilirsin, soramazsın, görürsün, anlatamazsın.
Geriye bir tek üzülmek kalır.
Nebileyim işte.
Üzüyor beni bu adaletine tükürdüğümün dünyası!