17 Mart 2014 Pazartesi

Yeni nesil anne modeli

Yeni nesil annelerde bir tür rahatsızlık var ve ben bu rahatsızlıktan rahatsız değilim fakat komik geliyor yazmak istedim. Gerçi bu ara aldığım ozon terapiden sonra her şey bir başka güldürükçü geliyor. Mevzu ozon değil çok afedersin.

Misal bakıyorsun, arkadaş yeni anne olmuş. Çocuğu misal sekiz aylık. “Baybay yapalım annem  diyorsun baybay yapıyor, öpücük atıyoruuzzz şimdi dee, diyorsun öpücük atıyor. İşte babasını görünce şöyle yapıyor, ebesini görünce şöyle yapıyor. Dahi mi ne”  filan söylemleri.

Allah kimseyi görmemiş etmesin. Yani nebleyim üç çocuk büyüttüm, halen derim ki “ulan ben bu çocuklarda brokoli yese miydim acaba?”
Abarmayalım, abartmayalım, insan olalım. Kimsenin beynini böylesi gereksiz mevzularla şeetmiyelim.

Stop.

15 Mart 2014 Cumartesi

İmza Günü


22 Mart Cumartesi günü "Ağaç kovuğundan öyküler" adlı canım kitabımın saat 14.00 ila 15.30 arası imza günü etkinliği gerçekleşecektir.
Gelmezseniz, aman gelmezseniz gelmeyin yeaaa!
Bursaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaa

Annem.

 
Atatürk’ün öldüğü ay doğmuş, Menderes’in asıldığı sene evlenmişim derdi. 
Her kız çocuğu babasına hayrandır ama ben anneme hayrandım. Hiçbir zaman onun gibi bir anne olamadım. Bunun için hep üzülmüşümdür. Maalesef anne olmak geridönüşü mümkün olmayan bir mevzu.
Yarın annemin 19. Ölüm yıldönümü. Bütün yıldönümlerinden nefret ederim. Doğum günleri dahil. Şimdiki nesle bakıyorum, bebeklerinin, evliliklerinin ay dönümlerini bile kutluyorlar. Nerede saklayacaksınız onca anıyı? Nasıl bir hayat iştahıdır bu?
Kendi çocuklarımın doğum günlerini bile beş yılda bir kutlayan bir anne olarak, bu kadarını anlamamı kimse beklemez zaten.
Arap bir anne ile Kürt bir babanın melez çocuğuymuş annem. Öyle okumuş bir kadın değildi fakat nerede nasıl davranılır bilirdi. İyi niyetten ölünseydi annem ölürdü. Bu yüzden ölmüştü.
Yüzü yavaş yavaş siliniyor hafızamdan. Fotoğraflarına halen bakamıyorum. Ne zaman baksam, dibe vuruyorum. Annemle ilgili cümle kursam içim kanıyor. Zamanla alışılır her şeye deniyor. Zamanın alıştıramayacağı mevzular da var hayatta. Ben onun yokluğuna alışamadım misal. En büyük zorlukları aşsam da, onun yokluğuyla ne zaman karşılaşsam duvara toslamış gibi oluyorum. Bütün pencerelerin kapalı olduğu bir evde, dışarı çıkmak istedikçe sürekli cama çarpan bir sineğe benziyorum.

Pencerenin önünde oturup “benim bok kaderim” der, sürekli ağlardı. Neye ağladığını sorsak da anlatmazdı. Anlatamamak derdinden öldü zannımca. Anlatamamak öldürür insanı. Yer, bitirir söyleyememek. Bok gibi olan bir şeyler vardı benim bildiğim. “Anne, biliyorum her şeyi” deyip bir kez olsun dertleşemedik.

Yeşil jorjet bir mantosu vardı. Komşuya, bakkala gitse sırtına geçiriverirdi. Ayakkabısız çöp dökmeye bile gitmezdi. Bir başka asil kadındı. Kendime bakıyorum bir de, yüz yıl aynı kıyafetle işe gidip gelebilirim. Öyle bir potansiyelim mevcut. Üç damadı vardı rahmetlinin. Hiçbirinden de hak ettiği değeri görememiş olması kederine keder kattı kadıncağızın. Bilirsin, soramazsın, görürsün, anlatamazsın.
Geriye bir tek üzülmek kalır.
Nebileyim işte.
Üzüyor beni bu adaletine tükürdüğümün dünyası!