7 Mayıs 2013 Salı

Düz adam Sami

 
Nöbetim bitince öğretmenler odasına geçip bir koltuğa yayıldım. Tepemde dikilmiş olan x bey, hemen karşımda oturan y hocaya hararetle bir şeyler anlatıyordu. Sohbete dahil olmanın gereksizliğini fark edince gözlerimi, karşımda duran koltuğun hemen yanındaki koca saksının içine hapsolmuş zavallı çiçeğe diktim.

Biliyordum ki gözlerimi bir saniye çiçekten ayırıp, bay x'e çevirsem esaretin bedelini kuruşu kuruşuna ödeyecek, gereksiz bir yığın konuşmaya dahil olacaktım. Çiçeğe baktıkça baktım. Sonra oralı olmadığımı fark eden ve ısrarla beni o lüzumsuz konuya dahil etmeye çalışan x bey, “ne o Nilgün hanım, daldınız, ne düşünüyorsunuz öyle derin derin” diye sordu. Alın size ifrit olunası bir soru. Bir nesneye, varlığa uzun uzun baktığımda, derin derin düşüncelere dalmam ki ben. Neye bakıyorsam onu düşünürüm. Düz bir insanım. Sıpsıradan. Çiçeğe baktım ve çiçeği düşündüm. Eşeyli ve eşeysiz üremeyi, sporu, mitoz bölünmeyi, fotosentezi. Basit yani. Derinlik arama telaşı niye.
 
Sonra başka bir saatte yine aynı mekanda kurduğumuz hayallerden konuşuluyordu. Dikkatim başka bir noktaya yoğunlaştığından, konuşulanları, narkozdan yeni ayılan hastanın yarı baygın algılamaları dozunda duyabiliyordum. İçlerinden birinin, kendini zaman zaman prenses olarak hayal ettiğinden, hatta eski zamanlarda belki de bir prenses olarak dünyada var olmuş olabileceğinden bahsettiğini hatırlıyorum. Bir ara bana sordular hayallerimi. Kendimi sadece "emekli" olarak hayal ettiğimi söyledim. Güldüler. Oysa ben ciddiydim. Emekli olunca yapılacak bir sürü işim vardı. Daha doğrusu yapacağım bir dünya iş vardı ve bütün bunlar için en doğru zaman emeklilikti.
 
O arkadaş bir prenses kadar güzel, asil ve alımlı görünüyordu. Böyle bir hayali kurmaya hakkı vardı. Kendi adıma böyle bir hayal kurmanın ne lüzumu vardı şimdi. Yolda kimsenin fark edebileceği bir özelliğim yoktu. Bir bakan bir daha bakmazdı. Tanıyorsa bakar, tanımıyorsa bakmazdı. Düz biriydim nihayetinde. Tarif edilirken özel bir ayrıcalığım akla gelmezdi misal. Her bir vasfım ortalama değerdeydi.

Diyeceksiniz ki, parmak izin herkesten farklı. Bu seni özel yapar. Değil işte. Herkesin farklı çünkü. Böyle bir şey kişiyi sadece sıradanlaştırır. 

Küçük hayallerim yok muydu peki? Elbette vardı. Bir an evvel mesaimi bitirip eve dönmek. Tek başıma bir fincan kahvemi içmek. Ay sonunda faturalarımı düzenli olarak ödeyebilmek. Bunları gün, hafta ve ay içerisinde aksatmadan becerebiliyorsam, dünyanın en bahtiyar insanıydım. Bu durumda en büyük hayalimin emeklilik olması hiç komik değildi..
 
Sıradanlık ne güzel bir kamuflajdı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder