29 Şubat 2012 Çarşamba

Müsait bir yerde inecek var!

Güzel olması bir yana, asil kadındı. Annesi Suriye Araplarından, babası Elazığ Kürtlerinden olunca melez bir güzellik çıkmış ortaya. Annem diye söylüyorum, çok güzel kadındı.
Hasta olduğunu duyduğumda işi gücü öylece bırakıp memlekete dönmüştüm. Kötü haberi babamdan duymuştuk. Kanser demişti babam. "Fena" demiştim ben de. "Hem de çok fena."
Harbi asil kadındı annem. Onun bir ömür çektiği sefalet, asaletine zerre gölge düşürmemişti. Amansız hastalığa yakalandığını, bu hastalığın onun sonu olduğunu, doktoru lambadanak yüzüne söylemişti annemin.
O zaman çok sinirlenmiş, çok küfretmiştim o herife. Sinirim geçmemiş olacak ki her mezar ziyaretimde halen küfrederim. İnsan, hastasının yüzüne "kansersin ve topu topu üç ay ömrün var" der mi hiç?
Hasta olduğunu öğrenen annem kendini eve atmış, yorganı tepesine çekmişti. Ben şahittim. Anne, anne, diye milyon kere seslendiğim halde tek kelime etmemişti bana. Susmuştum en sonunda. Yirmi yaşında falan olmalıyım o zaman. Yirmi yaşımdan bir gün bile alamadım sonrasında.
Olabilecekleri aklıma getirmek bile istemiyordum. İnkâr; bir yok oluş hikâyesinin ilk aşaması falan olmalı. Annem asil olmakla birlikte, akıllı da kadındı. Umudunu değil de metanetini hiç kaybetmedi. Umut mu bıraktı herifler? Üç ay ömrün var, yürü git şimdi deseler, siz gidip borsaya para mı yatırırsınız misal?
Annem ne mi yaptı? Gel kızım dedi. Bir kâğıt bir kalem al ve gel yanıma. Aldım gittim tabii. Ali'ye bilmem şu kadar, Veli'ye bilmem bu kadar, Ayşe'sine Fatma'sına borcum şudur, biline… Tek tek yazdırdı bana hepsini. Annemin ölüm fermanını yazıyordum sanki. O kadar titriyordu ellerim.
O gün bugündür, korkarım borç illetinden. Sırf bu yüzden kredi kartım bile olmadı hiç. Dedim ya annem asil kadındı diye. Oturduğumuz mahallede çölde açan bir zambak gibiydi duruşu. Bakın bunu da annem diye söylüyorum. Konu komşu alınır falan şimdi, ayıp olur sonra.
Herkesin şıpıdık şıpıdık terlik giyip gittiği mahalle bakkalına, yeşil jorjet mantosunu giyer giderdi kadın. Karanlıkta esnerken bile ağzını kapatırdı, ötesi var mı?
Hayatta iki asil kadın tanıdım zaten; biri Sabahattin Ali'nin Kürk Mantolu Madonna'sındaki Maria Puder, diğeri de annem.
Ölmeden bir ay evvel biraz iyileşir gibi olmuştu. Onun hastalığı yenmiş olabileceğini düşünmüş olmalıyım ki Urfa'ya işimin başına geri döndüm. Meğer ölüm iyiliğiymiş. İnsana ölmeden kısa bir zaman evvel bir iyilik, bir güzellik gelirmiş ya.
On beş gün sürmemiş, bir sabah ölüvermiş annem. Telefonda aldım haberi. Bir gün evvel de rüyamda İHA muhabirleri benim eve gelmiş güya. Tam üç kişiler. Biri bana dönüp; "sana bugün hayatının en kötü haberini vermeye geldik, ama nasıl söyleyeceğimizi bilemiyoruz" derken mal mal yüzüme bakıyorlardı. Pardon, mel mel.
Bugün yine çok özledim onu, iyi mi. On beş sene geçmiş olmasına rağmen resimlerine bakamıyorum. Sanki halen yirmi yaşındayım ve o şu kapıdan çıkıp geliverecekmiş gibi.
Sahi ya, nereden geldik biz şimdi bu konuya. Salya sümük oldum gene. Hiç sevmiyorum bu hallerimi. Halbuki size, bugün dolmuş şoförüyle ettiğim kavgayı anlatacaktım. On beş kişilik arabaya otuz beş kişiyi istif edince devreler yandı bende.
Annem adama nasıl çemkirdiğimi görse kahrından ölürdü zaar. "Kime çekmişsin sen böyle" derdi kesin. Hatırladım bak şimdi buraya nereden geldiğimizi. Müsait bir yerde ineyim ben en iyisi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder