29 Şubat 2012 Çarşamba

Mutluluğun kilosu kaça?

İşe gidip gelirken her gün önünden geçtiğim bir manav var. Manav dedimse barakadan bozma, derme çatma, gerisi de bezden bir dulda. Adamın kış aylarında öğleden evvel dükkân açtığı vaki olmadığı gibi on ikiden sonra da canı ne zaman isterse artık.
Havalar ısınınca dergâhının kenarına şöyle en afilisinden bir koltuk atar, hani kenarları bombeli, uçları saçaklı eski saray tipi koltuklar vardır ya hah işte onun yeşilinden. Oraya oturunca meydan okur sanki hayata.İnsanoğlunun koltuk sevdası toplumun en üst tabakasında hangi hissi veriyorsa en alttakine de aynı hissi veriyor olmalı.
Yazları sadece kavun karpuz sattığından, geceleri dükkânı hiç kapatmaz. Sabah işe giderken önünden geçtiğimde topuk seslerimi duymadığından adım gibi eminim. Çünkü o saatte eski Türk filmlerindeki esas adamın içip içip koltukta sızma sahnesinden fırlamış gibi bir hali olur. Ben koştura koştura işe giderken onun gözümün önünde rüyalar âleminde fink atması hafiften batar bana. Bazen şeytan dürter pislik yapıp bir tane karpuz alayım dediğim çoktur hatta.
Adamı ne zaman tek kişilik koltuğunda kurulmuş görsem, "kalk hele, az da ben oturayım" diyesim geliyor. Tezgâhın yan tarafına ise tahtadan bir göz oda çakmış. Görünen o ki çoğu zaman arkadaşları ile orada okey çeviriyorlar. Bazen kapıyı tıklatıp, dördüncü kişiye ihtiyaç var mı diye sormamak için zor tutuyorum kendimi. Manavı açık bulsak da sahibini kasanın başında bulana aşk olsun. Bazen sırf merakımdan seslendiğim vakidir:
- "Kimse yok muuu?"
O zaman yan tarafa çaktığı barakadan çıkıverir, buyur abla diye. Aslında sormak istediğim "mutluluğun kilosu kaça" olsa da "limonun kilosu kaça abi" sorusu her seferinde tercihimdir. Aklımdan geçenin dilime çapraz ateş açtığı zamanlardan biri daha yaşanıverir neticede.
Emeklilikte elime geçecek üç kuruş ile buna benzer bir manav mı açsam fikri beynimin kıvrımlarını vıcık vıcık ediyor. Memleketime yakın bir sahil kasabasında sessiz sakin bir hayat yaşama planımı neden bir daha ki gelişe ertelemeyeyim ki.
Bu akşam iş dönüşü bizimkinin malikânesinin önünden geçerken gördüm ki, yandaki o tek göz odaya bir soba atmış, üzerine de döşemiş kestaneleri iki arkadaş oturmuşlar kanepeye muhabbet gırla tabi. O an iliklerime işleyen buz gibi soğuğu, barakadan gelen sobanın çıtırtısı kırmıştı sanki. Belki de bana öyle gelmişti.
İçimden bir ses bu adamın mutlu bir hayatı olduğunu fısıldıyor. Onu gözlemledikçe eğitimin mutluluk için aslında o kadar şart olmadığını hatta daha da ileri gidip bunun mutsuzluğu arttıran en önemli etmenlerden biri olduğuna pekâlâ inanabilirim.
Hele de çevremdeki bol eğitimli pek mutsuz insanlarla kıyasladıkça çok da yanıldığım söylenemez.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder