29 Şubat 2012 Çarşamba

Sokak çocuğu

Şimdiki gençlerin özgüveni bizim zamanımızdakilerle kıyaslanmayacak kadar zayıf niyeyse. Belki de bizim kadar sokak kültürüyle hemhal olamadıklarındandır bu hâlleri. Bizde mevzu sabah postu dışarı atana kadardı çünkü. Sonra izimizi bulana aşk olsun!

"Üniversiteye boşa hazırlanma, ben okutamam" demişti rahmetli babam. Bir şeye hayır demek, kimi bünyelerde sadece tetiği çekmeye yarar. Benimkisi gibi.
Bir şekilde mektebin kapısından girmeyi başarmıştık başarmasına da küçük bir mesele vardı ortada. Nerede kalacaktım?

Çok geçmemiş, onun da bir çaresini bulmuştum. Harıl harıl ders çalıştığım o dönemde nereden hasıl olduysa, bir arkadaşla beraber zaman zaman bazı evlere gitmeye başlamıştık. Bu evlerde bir takım sohbetler yapılıyor, biz de buna dahil oluyorduk. Kısa sürede hem sevgimizi hem güvenimizi kazanan iyi niyetli bir grup insanlardı nihayetinde.

O bahsettiğim arkadaşla beraber bir yıl takıldık oralara. Üniversiteyi kazandığımızda üstümüze başımıza kıyafetler almışlardı hatta. Ne sevinmiştik o gün. Bizimkiler de bir kez olsun sormamışlardı ne iş, nereden bu üst baş diye.

Kalacak yer problemimi de sağolsunlar onlar halletmişlerdi. Okulu kazandığım şehre giderken elime bir adres tutuşturup "aha bu evde kalabilirsin" demişlerdi.
Onbeş saatlik bol eziyetli bir kamyon yolculuğundan sonra verilen adresin tam önündeydik. Bize kapıyı açan kişiler iyi insanlara benziyorlardı. Hiç korkum yoktu. Güven duymak ne güzel bir şeydi. Hadi benimkisi feleğin çemberinden geçmemişlik, sâfilik, cahillik vs arası bir şey, ya bizimkilerdeki neydi?

Babamın, evin babası ile on beş dakikalık bir tanışma faslı. O arada ezan okunmuştu. Ev sahibi kibarca, isterseniz önce namazlarımızı kılalım sonra yemeğe geçeriz davetinde bulundu. Rahmetli babam âlem adamdı. Biz namazı yolda kıldık siz buyurun, dedi. Adam bel bel babama baktı. Babam rahat adam, buyurun buyurun kılın siz dedi ısrarla. Adam çaresiz kalktı tabii.

Ev sahibi namazını kılar kılmaz babam müsâde istedi. Benim bu gece kamyondaki yükü indirmem lâzım deyip çıktı gitti. O oldu. Babam hayatı boyunca o adamla bir daha hiç karşılaşmadı.
Yaklaşık dört ay kadar o evde kalmıştım. Evin, benim yaşlarımda bir kızı bir de oğlu vardı. Ekmek elden su gölden hep birlikte yaşayıp gidiyorduk velhasılı. Sıcak bir evde, çeşit çeşit yemekler geliyordu önüme. Güvendeydim, huzurluydum. Okuluma sorunsuzca devam edebiliyordum en önemlisi. Başıma talih kuşu konmuştu ayol!
Bir öğrenci daha ne isterdi Allahaşkına.

Saadet içinde yüzdüğüm o günlerde evin babası beni karşısına alıp kısa bir konuşma yaptı. "Bak kızım", dedi. "Gördüğün gibi halimiz vaktimiz yerinde bizim. Bu oturduğumuz apartmanın tamamı bize ait. E sen de hanım bir kızsın, sevdik seni. Okulda rahatsız eden olursa sakın ha oralı olma! Bak biz seni oğlumuza münasip gördük."
Minnet borcu en fena şeymiş, bunu o gün öğrenmiştim. Vıcık vıcık olursunuz o borç karşısında. Tıpkı benim o gün olduğum gibi. Karşılık bekleyerek yapılan bir iyilik o kişiye sadece kötülüktür. Bu erdem ancak böyle bir noktada kan kaybedebilirdi zira.
Adama hiç bir şey diyememiştim. Sessizliğimi olumlu bir cevap saymış olacaktı ki keyiflenmiş, hanımından ortaya meyve getirmesini rica etmişti.
Odama gidip günlüğüme sarılmıştım. O benim tek dostumdu. "Köpeksiz köy buldunuz ya, değneksiz dolaşın bakalım" yazmıştım.
Meğer günlüklerim de okunuyormuş. Evin şımarık kızı dipnot düşmüş sayfama:
"Neden böyle düşünüyorsun güzelim. Biz seni çok sevdik. Suç mu bu şimdi?
Seni çok seven Müjgân..."
Ah be Müjgân, oldu olacak "kalbin kadar temiz bu sayfayı bana ayırdığın için çok teşekkür ederim" diye de yazsaydın.
Notu görünce deliye dönmüştüm. Şimdi babamı arasam, baba böyle böyle oldu desem ne kadar tınlardı emin olamamıştım. Hele de "bin otobüse eve dön çabuk" deyivermesi kuvvetle muhtemeldi.
Ertesi sabah herkes uyurken valizimi toplayıp evden ayrılmıştım. Nereye gidecektim, ne yapacaktım zerre fikrim yoktu. Akşama kadar tüm şehri arşınlamaktan tabanlarım, ağlamaktan da gözlerim balon gibi şişmişti. Ama geri dönmek yoktu bizim kitabımızda. Yani en azından asilce savaşmayı Tommiks Teksas çizgi romanlarından böyle öğrenmiştik. (En etkili kişisel gelişim kitaplarıdır ayrıca.)
Gün batmak üzereyken bir kaldırıma oturmuş, kara kara ne yapacağımı düşünüyordum. Cebimde metelik yoktu. Boş boş tek bir noktaya öylesine bakıyordum. Raskolnikov olmam işten bile değildi. Hani o an karşıma bir tefeci kadın çıksa öldürebilirdim.
Zihnim Suç ve Ceza'nın en buhranlı satır aralarında gezinirken nereye baktığımı dakikalar sonra fark etmiştim. "Kız Kuran Kursu" yazıyordu tabelâda. Vaha bulmuş bir çöl bedevisi misali koşmaya başlamıştım. Binanın ana kapısı açıktı. Hemen girişteki idare kapısına yönelmiş içeriden ünleyen "geel" komutuyla içeri dalmıştım.
Beni birkaç ay parasız ve beklentisiz misafir etmişlerdi. Daha sonra devlet yurdunda yer bulmuş, oradan şükranlarımla ayrılmıştım.
Başıma çok kötü şeyler gelebilirdi o günlerde. Ama gelmedi. Belki de bugünün çocuklarının biraz uzak kaldığı sokak kültürünün verdiği cesaretti benimkisi.
Demem o ki, sokak her zaman kötü şeyler öğretmiyor insana. En azından bizim çocukluğumuzdaki sokaklar öyleydi

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder