29 Şubat 2012 Çarşamba

Kumdan kaleler

Son birkaç günüm Erdemli sahillerindeki küçük bir tatil kasabasında geçmekte. Burası, yani deniz kenarı bambaşka bir âlem desem abartmış olmam. Güldüreni ayrı, düşündüreni ayrı yazı konusu.
Suda zaman geçirmek zevklidir, evet. Lâkin daha güzel olan, kıyıya uzanıp etrafı izlemek. Yok canım, sapık falan değilim sümme haşa! Her yazarın rutini olan gözlem, yaptığım iş.
Dikkatimi çeken şeylerin en başında, uzandığım şezlongun hemen önünde konuşlanan dört- sekiz yaş arası üç beş çocuğun kumdan kale yaparken yaşadıkları devasâ mutluluk.
Çocuk olmak ne güzel şeydir, bilirsiniz. Hepsi de sadece ânı yaşarlar. Hani şu doktorların kafayı yemek üzere olduğumuz zamanlarda bize sürekli öğütledikleri replik var ya: "Carpe diem!" Tek yaptıkları bu veletlerin.
Onlar her gelen dalgayla yıkılan kumdan kalelerinin yerine yenisini yapmakla uğraşırken, birden aklıma Aziz Nesin'in "Anıtı dikilen sinek" adlı çocuk kitabı geldi. "Kumdan kaleler" yazarın aynı adlı kitabındaki ikinci hikâyedir. Anıtı dikilen sinek kadar da etkisi büyüktür bünyemde.
Hikâyeyi kısaca anımsayalım:

Yazlık kıyı köyünde beş on yaşlarındaki bir grup çocuk, aileleriyle birlikte güzel bir tatil geçirmektedirler. Burada çocukların en sevdikleri oyun, denizle kumsalın bitiştiği yerde kumdan kaleler yapmaktır. Ama çoğu zaman çocuklar kaleyi tamamlayamadan kıyıyı yalayan bir deniz dalgası yığılı kumları yerle bir etmektedir. Böylece (görünen şekliyle) emekleri sürekli zayi olmaktadır. Dalganın kaleyi yıkması her defasında çocukları, değil üzmek, kahkahadan yerlere yatırır.
Günlerden bir gün bu yazlık mekâna yaşlıca bir karı koca taşınır. Adamın asık yüzlü olması, çevresindekilerle tek kelime etmemesi çocukların ilgisini çeker. Bunun nedenini merak ederler.
Sonra çocuklardan biri; adamın sinirleri bozuk olduğu için doktor tavsiyesi ile buraya geldiğini anne babasından es kaza öğrenir ve durumu diğer arkadaşlarına anlatır. Çocuklar öğrendiklerinden tırsıp bir daha adama dönüp bakmazlar bile.

Ertesi gün asık yüzlü adam, kıyıda kumdan kaleleriyle uğraşan çocukların tepesine dikilir ve onlara boşuna uğraştıklarını, bir dalganın az sonra gelip kaleyi yerle bir edeceğini söyler.
Çocuklar bu uyarıyı zerre dikkate almadıkları gibi, durumun farkında olduklarını hatta onları asıl keyiflendiren şeyin bu olduğunu ifade ederler.
Adam bu uyarıyı belli aralıklarla birkaç gün daha tekrarlar durur ama nafile. Çocuklar bildiklerinden şaşmamakta son derece kararlıdır.

Bir gün onlar kıyıda oynarken anneleri yemeğe çağrır. O gün yine çocukları yakından izleyen adam, bu defa kalenin başında yapayalnız kalır. Dalgaları seyre dalar. Büyük bir dalganın kumdan kaleyi aniden yıkmasıyla adamın yüzündeki sert çizgiler yuvarlaklaşır, gülümser. Kalenin başına oturup kendi kendine yeni bir kale yapmaya başlar. O esnada çocuklar gelir ve oyuna birlikte devam ederler. Dalgaların, el birliği ile yaptıkları kaleleri yıkmasını kahkahalarla izlerler.
Hikâyeyi uzatmış olabilirim. Önemsediğim bir metinden bahsederken malzemeden çalmanın yazara haksızlık olacağına inanırım.

Geçenlerde, yazdığım bir yazının linkini, tanıştığım bir yazara elektronik posta ile yolladım. Maksat; bakın ucundan kıyısından benim de elim kalem tutuyor mesajını vermek. Muhteremin yirmiyi aşkın kitabı varmış bana söylediği. Ama ben sadece bir tanesini okudum, o da kendisinden hediye idi. Okuduğum en sıkıcı romanlardan biriydi. Elimde sürüne sürüne bir ayda bitirdiğimi hatırlıyorum. Hatır- çiğ tavuk meselesi.
Velhasıl kelâm gönderdiğim postaya gelen cevap özetle şöyleydi:
"Nilgün Hanım, çok üzülerek söylemeliyim ki, internet üzerinden yazılmış-yayınlanmış hiç bir yazıyı okumuyorum ve dikkate almıyorum da. Çünkü onların hepsi kumsalda yapılmış kumdan kaleler veya suya yazılmış yazılar gibidir. Ömürleri olmadığı gibi çok hızlı tüketiliyor. Size de tavsiyem yormayın kendinizi böyle şeylerle."
Oysa ki ben, hikâyedeki o çocuklar kadar şendim. Bunu nasıl anlatsam anlar diye epeyce düşündüm. En iyisi buradan cevap vereyim dedim muhtereme.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder