29 Şubat 2012 Çarşamba

İyi dileklerim seninle

Küçük bir kız çocuğuyken de böyleydi. Ne zaman inanmayarak bir şey söyleyecek olsa elini yumruk yapar sonra da ağzına dayardı.
Bu defa yine öyle yapmış \"inan bana, ben hariç buradakilerin hepsi zırdeli\" diyordu gülerek.
-\"Daha bugün bir tanesi çırılçıplak soyunuverdi gözümüzün önünde\"
Anlattıklarının hiç birine gülemiyordum.
Bütün çocukluğumuz birlikte geçmişti. Birer yetişkin olduktan sonra, yani bugün, geçmişten başka hiç bir ortak paydamız kalmamıştı.
-\"Ne iyi ettin buralardan çekip gitmekle\"dedi.
Çok sevdiğiniz birinin hayat karşısında tükenmişliğine şahit olmuşsanız, olduğunuzdan çok daha güçlü görünmek zorundasınızdır.
Bana özel hayatımla ilgili zincirleme sorular soruyor, ben de cevaplarımı gözlerindeki ışığa göre veriyordum. Duymak istediklerini gözbebekleri bana fısıldarken, dilimden dökülenlere ben bile şaşmıştım. Mecburdum buna. Zorluklar karşısında direndiğimi görmesinin ona güç vereceğini düşünüyordum.
-\"Yıllardır uyuyamamak ne demek bilir misin sen?\"
Tam enseme balyoz gibi inivermişti sorusu. Uyku ne büyük nimetti, bilirdim. Benim küçük ölümüm ve büyük limanım. Çocukken de canımı sıkan meselelerden kurtulmak için yorganın altında saatlerce ağlar öylece sızar kalırdım. Halen de öyle.
Deliksiz çekilmiş bir uyku, güzel bir kitap kadar huzur verir bünyeye.
Müstakil evlerimizin arasındaki mesafe sadece iki metre kadardı ve annesi çocukluk yıllarımızın tek karabasanıydı. Aramızdaki sosyal sınıf farkının altını her fırsatta çizmekten garip bir zevk alırdı kadın. Duygusal zekâmızın, bu iğnelemeleri anlayabilecek kadar yüksek olduğunu hesap edemeden yapardı bunu.
Bir anne ve kızın karakterleri bir ömür hiç yakınlaşamadan nasıl bu kadar tezat kalabilirdi anlamıyordum.
Ben bunları düşünürken, dostum tüm hararetiyle birbirinden alâkasız şeyler anlatmaya devam ediyordu. Birden sol elini bana doğru uzattı.
- \"Ne\" dedim. \"Ne oldu?\"
-\"Bak\" dedi, \"bak kocam ne almış bana\".
Parmağındaki tek taş yüzüğü son anda fark ettiğimde, benden bir tepki beklediğinin ayrımına vardım. Yalancı bir şaşkınlık yaydım yüzüme.
Neydi kadınların bu manasız tek taş merakı?
-\"Buraya geldiğimden beri bir dediğimi iki etmiyor Yusuf. Baksana, dün de bu yüzüğü almış gelmiş. Beni sevdiğinin küçük bir ispatıymış. Ne güzel değil mi?\"
Sevmek, hayat arkadaşını yıllarca yıpratmak, bunu son noktaya getirip peşinden de bir akıl hastanesine tıkmaksa ben sevgisiz ölmeye razıydım.
Adamın bu tavırlarının bir tür günah çıkarma halleri olduğunu göremeyecek kadar körleşmişti demek.
Kuşatılmış çaresizlik böyle bir şeydi işte. Başka çıkar yolunuz kalmadığında, asıl görmeniz gerekenlerin üstünü örtüverirsiniz. Biz kadınların kendi kendimize oynadığı en keyifli oyunlardan biridir bu.
Onu bu güzel uykudan uyandırmaya hiç niyetim yoktu.
- \"Ben de mi gelsem buraya? Belki benimki de bana bir tek taş alıverir bu sayede.\"
İğrençleştiğimin farkındaydım. Kabalık etmekten daha kolaydı bu.
Bu teklifimin hoşuna gittiğini, peş peşe attığı sinir bozucu kahkahalardan anlayabiliyordum.
Yaşadığı her zorlukta bana koşması, ona sunabileceğim makul çözümleri duymak için değildi elbette. Bu yüzden son yıllarda beni her aramasında onu ya sadece dinliyor ya da bana söylediklerini gerisin geriye ona tekrar ediyordum. Duymak istediklerini söylemeyi nihayet öğrenmiştim.
O sırada annesi girdi odaya. Aniden karşılaşmış olmamız sahte bir memnuniyet yaymıştı yüzüne. Beni kandıramayacağı kadar iyi tanıyordum onu ve o bunu çoktan unutmuştu.
- \"Her şey düzelecek inşallah Nihal Teyze, sıkma canını.\"
Zorunlu bir iletişim kurma çabasındaydım. Onunla muhatap olmak istemiyordum. Öylece geçip otursaydı bir kenara ve keşke hiç bir şey söylemeseydim. Ama ben rol yapmayı pekâlâ öğrenmiş \"medenî\" bir insandım. Aksi bir hareket ya da hareketsizlik hocalarıma ayıp olurdu, kendime değil.
Nihal Teyze hiç bir şey söylemeden, sadece başıyla söylediklerimi onaylayan bir ifade ile yatağın başucundaki tek kişilik refakatçi koltuğuna geçip oturdu.
Ben arkadaşımı dinlerken bir yandan da göz ucuyla annesini takip ediyordum. Baştan aşağı beni süzmesi sevecenlikten uzak, rahatsız ediciydi. Evden çıkmadan ayakkabılarımı temizleyip temizlemediğimi hatırlayamadığım için her ihtimale karşı, bir ara ayaklarımı yatağın altına doğru gizlemeyi tercih etmiştim.
Bakışlarından ikimizin de fark ettiği şey; aramızdaki hiyerarşik açının, ye kürküm ye klişesiyle kısmen de olsa daralmış olmasıydı. Bu sevindiriciydi. Yani onun adına.
- \"Eşin ve çocukların nasıllar yavrum?\" derken sesi bir yılanın tıslaması kadar ürkütücüydü. Çocukluğumda da hep tırsmıştım ondan. Gittiği o saçma sapan ev gezmelerinin dönüşünde beni kızıyla oyun oynarken görür; güzel karısını herkesten kıskanan psikopat koca edasıyla, içine iblis kaçmış gözlerini üzerime diker, ardından dudaklarını ip gibi tek çizgi haline getirip kızına dönerek \"çabuk eve!\" komutunu verirdi. Topuz yaptığı saçları ve kalın çerçeveli gözlükleriyle müşfik bir ev hanımından çok, o yıllarda izlediğim filmlerdeki yatılı okul müdirelerini anımsatırdı.
O ne kadar istemese de biz bir araya gelmenin yollarını her seferinde bulur, saflığın Nirvana\'sında gün boyunca yüzerdik.
Benden asla vazgeçmediği için annesinden yediği dayakların haddi hesabı olmayan dostumun yanındaydım bugün. Bir kez daha vefa borcumu ödemiş olmanın huzuru içinde hem de.
Arkadaşım hiç ara vermeden konuşmaya devam ediyordu. Bir ara gözlerime ilişen kollarındaki morluklar, beni yıllar evveline götürdü.
Bisiklete binmeyi o öğretmişti bana. Kaç kez düşmüş, kaç kez yılmıştım. Fakat o, bir kez olsun pes etmemişti. Her düşmemde elimden tutup kaldırmış, üstümdeki tozları elleriyle temizlemiş, gözyaşlarımı silmiş, yeniden denemem gerektiğini bana ısrarla telkin etmiş, dengemi sağlamayı öğrenmem için, bindiğim bisikletin arkasından tutarak günlerce peşimden koşturmuştu. Bütün bunları unutmama imkân yoktu.
Ziyaret saati bitmiş, müsaade istemiştim. Bir anne şefkatiyle sarıldım ona.
- \"Üzme kendini, hayat azgın bir nehir gibi akıyor ve biz de peşinden birer çer çöp misali sürükleniyoruz nihayetinde.\"
Bu kallavi lafın ne gereği vardı ki şimdi? Bir şeyler söylemek zorunda hissetmiştim kendimi. Saçmaladığımı fark ettiğimde, her şey için çok geçti.
Şimdi onu bu sıkıcı hastane odasında bırakıp gitmek zorundaydım. Oysa onunla orada günlerce kalabilmeyi, yılların bizden aldıklarını, pişmanlıklarımızı, zaferlerimizi, en acı ve en mutlu günlerimizi uzun uzun konuşmayı yeğlerdim. Hatta ona bir an, bitmek üzere olan romanımdan bahsetmeyi çok istedim. Sonra susmam gerektiğini, giderken bu odaya bırakabileceğim tek şeyin iyi dileklerimden ibaret olduğunu anladım.
Kendimi toparladım ve gülümseyerek \"ararım seni\" dedim.
- \"Ararsan, ulaşamazsın bana. En azından burada kaldığım sürece böyle. Telefon yasak çünkü,\" dedi.
- \"Çıkınca sen ararsın beni o halde, yaza tekrar buralara geldiğimde mutlaka görüşelim.\"
Son cümlelerimi ivedilikle söyleyip kendimi hastanenin dışına attım. Buz gibi hava yüzüme çarptı. İçimde halen bir şeylerin kaynadığını hissettim

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder