Küçük bir kız çocuğuyken de böyleydi. Ne zaman inanmayarak
bir şey söyleyecek olsa elini yumruk yapar sonra da ağzına
dayardı.
Bu defa yine öyle yapmış \"inan bana, ben hariç buradakilerin hepsi
zırdeli\" diyordu gülerek.
-\"Daha bugün bir tanesi
çırılçıplak soyunuverdi gözümüzün önünde\"
Anlattıklarının hiç
birine gülemiyordum.
Bütün çocukluğumuz birlikte geçmişti. Birer
yetişkin olduktan sonra, yani bugün, geçmişten başka hiç bir ortak paydamız
kalmamıştı.
-\"Ne iyi ettin buralardan çekip
gitmekle\"dedi.
Çok sevdiğiniz birinin hayat karşısında
tükenmişliğine şahit olmuşsanız, olduğunuzdan çok daha güçlü görünmek
zorundasınızdır.
Bana özel hayatımla ilgili zincirleme sorular
soruyor, ben de cevaplarımı gözlerindeki ışığa göre veriyordum. Duymak
istediklerini gözbebekleri bana fısıldarken, dilimden dökülenlere ben bile
şaşmıştım. Mecburdum buna. Zorluklar karşısında direndiğimi görmesinin ona güç
vereceğini düşünüyordum.
-\"Yıllardır uyuyamamak ne demek bilir
misin sen?\"
Tam enseme balyoz gibi inivermişti sorusu. Uyku ne
büyük nimetti, bilirdim. Benim küçük ölümüm ve büyük limanım. Çocukken de canımı
sıkan meselelerden kurtulmak için yorganın altında saatlerce ağlar öylece sızar
kalırdım. Halen de öyle.
Deliksiz çekilmiş bir uyku, güzel bir kitap
kadar huzur verir bünyeye.
Müstakil evlerimizin arasındaki mesafe
sadece iki metre kadardı ve annesi çocukluk yıllarımızın tek karabasanıydı.
Aramızdaki sosyal sınıf farkının altını her fırsatta çizmekten garip bir zevk
alırdı kadın. Duygusal zekâmızın, bu iğnelemeleri anlayabilecek kadar yüksek
olduğunu hesap edemeden yapardı bunu.
Bir anne ve kızın karakterleri
bir ömür hiç yakınlaşamadan nasıl bu kadar tezat kalabilirdi
anlamıyordum.
Ben bunları düşünürken, dostum tüm hararetiyle
birbirinden alâkasız şeyler anlatmaya devam ediyordu. Birden sol elini bana
doğru uzattı.
- \"Ne\" dedim. \"Ne
oldu?\"
-\"Bak\" dedi, \"bak kocam ne almış
bana\".
Parmağındaki tek taş yüzüğü son anda fark ettiğimde,
benden bir tepki beklediğinin ayrımına vardım. Yalancı bir şaşkınlık yaydım
yüzüme.
Neydi kadınların bu manasız tek taş
merakı?
-\"Buraya geldiğimden beri bir dediğimi iki etmiyor
Yusuf. Baksana, dün de bu yüzüğü almış gelmiş. Beni sevdiğinin küçük bir
ispatıymış. Ne güzel değil mi?\"
Sevmek, hayat arkadaşını
yıllarca yıpratmak, bunu son noktaya getirip peşinden de bir akıl hastanesine
tıkmaksa ben sevgisiz ölmeye razıydım.
Adamın bu tavırlarının bir tür
günah çıkarma halleri olduğunu göremeyecek kadar körleşmişti
demek.
Kuşatılmış çaresizlik böyle bir şeydi işte. Başka çıkar
yolunuz kalmadığında, asıl görmeniz gerekenlerin üstünü örtüverirsiniz. Biz
kadınların kendi kendimize oynadığı en keyifli oyunlardan biridir
bu.
Onu bu güzel uykudan uyandırmaya hiç niyetim
yoktu.
- \"Ben de mi gelsem buraya? Belki benimki de bana bir tek
taş alıverir bu sayede.\"
İğrençleştiğimin farkındaydım. Kabalık
etmekten daha kolaydı bu.
Bu teklifimin hoşuna gittiğini, peş peşe
attığı sinir bozucu kahkahalardan anlayabiliyordum.
Yaşadığı her
zorlukta bana koşması, ona sunabileceğim makul çözümleri duymak için değildi
elbette. Bu yüzden son yıllarda beni her aramasında onu ya sadece dinliyor ya da
bana söylediklerini gerisin geriye ona tekrar ediyordum. Duymak istediklerini
söylemeyi nihayet öğrenmiştim.
O sırada annesi girdi odaya. Aniden
karşılaşmış olmamız sahte bir memnuniyet yaymıştı yüzüne. Beni kandıramayacağı
kadar iyi tanıyordum onu ve o bunu çoktan unutmuştu.
- \"Her şey
düzelecek inşallah Nihal Teyze, sıkma canını.\"
Zorunlu bir
iletişim kurma çabasındaydım. Onunla muhatap olmak istemiyordum. Öylece geçip
otursaydı bir kenara ve keşke hiç bir şey söylemeseydim. Ama ben rol yapmayı
pekâlâ öğrenmiş \"medenî\" bir insandım. Aksi bir hareket ya da hareketsizlik
hocalarıma ayıp olurdu, kendime değil.
Nihal Teyze hiç bir şey
söylemeden, sadece başıyla söylediklerimi onaylayan bir ifade ile yatağın
başucundaki tek kişilik refakatçi koltuğuna geçip oturdu.
Ben
arkadaşımı dinlerken bir yandan da göz ucuyla annesini takip ediyordum. Baştan
aşağı beni süzmesi sevecenlikten uzak, rahatsız ediciydi. Evden çıkmadan
ayakkabılarımı temizleyip temizlemediğimi hatırlayamadığım için her ihtimale
karşı, bir ara ayaklarımı yatağın altına doğru gizlemeyi tercih
etmiştim.
Bakışlarından ikimizin de fark ettiği şey; aramızdaki
hiyerarşik açının, ye kürküm ye klişesiyle kısmen de olsa daralmış olmasıydı. Bu
sevindiriciydi. Yani onun adına.
- \"Eşin ve çocukların nasıllar
yavrum?\" derken sesi bir yılanın tıslaması kadar ürkütücüydü. Çocukluğumda
da hep tırsmıştım ondan. Gittiği o saçma sapan ev gezmelerinin dönüşünde beni
kızıyla oyun oynarken görür; güzel karısını herkesten kıskanan psikopat koca
edasıyla, içine iblis kaçmış gözlerini üzerime diker, ardından dudaklarını ip
gibi tek çizgi haline getirip kızına dönerek \"çabuk eve!\" komutunu
verirdi. Topuz yaptığı saçları ve kalın çerçeveli gözlükleriyle müşfik bir ev
hanımından çok, o yıllarda izlediğim filmlerdeki yatılı okul müdirelerini
anımsatırdı.
O ne kadar istemese de biz bir araya gelmenin yollarını
her seferinde bulur, saflığın Nirvana\'sında gün boyunca
yüzerdik.
Benden asla vazgeçmediği için annesinden yediği dayakların
haddi hesabı olmayan dostumun yanındaydım bugün. Bir kez daha vefa borcumu
ödemiş olmanın huzuru içinde hem de.
Arkadaşım hiç ara vermeden
konuşmaya devam ediyordu. Bir ara gözlerime ilişen kollarındaki morluklar, beni
yıllar evveline götürdü.
Bisiklete binmeyi o öğretmişti bana. Kaç kez
düşmüş, kaç kez yılmıştım. Fakat o, bir kez olsun pes etmemişti. Her düşmemde
elimden tutup kaldırmış, üstümdeki tozları elleriyle temizlemiş, gözyaşlarımı
silmiş, yeniden denemem gerektiğini bana ısrarla telkin etmiş, dengemi sağlamayı
öğrenmem için, bindiğim bisikletin arkasından tutarak günlerce peşimden
koşturmuştu. Bütün bunları unutmama imkân yoktu.
Ziyaret saati
bitmiş, müsaade istemiştim. Bir anne şefkatiyle sarıldım ona.
-
\"Üzme kendini, hayat azgın bir nehir gibi akıyor ve biz de peşinden birer çer
çöp misali sürükleniyoruz nihayetinde.\"
Bu kallavi lafın ne
gereği vardı ki şimdi? Bir şeyler söylemek zorunda hissetmiştim kendimi.
Saçmaladığımı fark ettiğimde, her şey için çok geçti.
Şimdi onu bu
sıkıcı hastane odasında bırakıp gitmek zorundaydım. Oysa onunla orada günlerce
kalabilmeyi, yılların bizden aldıklarını, pişmanlıklarımızı, zaferlerimizi, en
acı ve en mutlu günlerimizi uzun uzun konuşmayı yeğlerdim. Hatta ona bir an,
bitmek üzere olan romanımdan bahsetmeyi çok istedim. Sonra susmam gerektiğini,
giderken bu odaya bırakabileceğim tek şeyin iyi dileklerimden ibaret olduğunu
anladım.
Kendimi toparladım ve gülümseyerek \"ararım seni\"
dedim.
- \"Ararsan, ulaşamazsın bana. En azından burada kaldığım
sürece böyle. Telefon yasak çünkü,\" dedi.
- \"Çıkınca sen
ararsın beni o halde, yaza tekrar buralara geldiğimde mutlaka
görüşelim.\"
Son cümlelerimi ivedilikle söyleyip kendimi
hastanenin dışına attım. Buz gibi hava yüzüme çarptı. İçimde halen bir şeylerin
kaynadığını hissettim
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder