2 Mart 2012 Cuma

Aziz dostum'a


Aziz dostum Arzu…

Sen bu mektubu okurken, ben halen burada, bu sabah beni bıraktığın yerde, yani melankolinin en dibinde olacağım. Bakma öyle dağ gibi dimdik durduğuma. Patlamak üzere olan bir volkan gibiyim bu ara.

Yolunda gitmeyen bir şeyler olduğunun farkındayım. En azından farkındayım bak, bu da fena bir durum değil. Çizdiğim ve herkesin gördüğü o resimde eksik birkaç şey var. Bunu benden
başka bilen yok neyse ki.

Misal tablodaki resimde masanın üzerinde, içinde bembeyaz papatyaların olduğu kristal bir vazo olacaktı. Nasıl ve hangi ara olduğunu hatırlamıyorum ama o vazo paramparça olmuştu birgün. Kimsecikler görmeden bütün cam kırıklarını alel acele halının altına süpürüvermiştim. Üstünde yürüdükçe ayaklarıma batmasa inan çoktan unutmuş olacaktım. Ayaklarımdan kan damlarken dostum; inan geçtim acımasından, gittiğim yerlerde iz bırakmak koyuyor en çok. 
Yürüyen bir ceset gibiyim şimdi. Soğuk, buz gibi ve kaskatı… Her çocuğun karanlıktan korktuğu zamanlarda ben ölülerden korkardım biliyor musun? Tanıdığım biri ölse, o geceyi bir koala gibi anneme sarılarak geçirirdim. Güven veren tek sığınaktı orası. Sıcacık, huzur veren.. Bir sarmaşık gibi sarardı beni annemin kolları. Babam ifrit olurdu benim bu korkuma.

Öyle gecelerde bağırıp çağırmasına ne annem ne ben aldırış ederdik. Öyle kuru gürültülere pabuç bırakacak bir bağ değildi bizimkisi. Şimdi tüm kuru gürültüler korkutuyor beni. Tek başımalığımdandır belki. Ne kadar pabucum varsa kendi ellerimle bırakıyorum bana açılmış avuçlara.

Büyüdükçe ölülerin, yeryüzünün en masum kütleleri olduğunu gördüm. Bütün çocukluğum, bana hiçbir zarar vermemiş ölülerden korkmakla geçti. Şimdi hepsi benden intikam alıyor olmalı. Hepsinin lâneti ömrümün sonuna kadar üzerimde olacak. Bütün ölüler örgütlenip dirileri üstüme salıyor. Aç kurtlar gibi önce parçalayıp sonra paylaşıyorlar ruhumu.

Köpeklerin uluduğu bir gecede şehrin tüm mezarlıklarını dolaşsam bir bir, gün ağarıncaya kadar diz çöküp af dilesem her bir ölüden, Carmen kırmızısı gözyaşlarımla sulasam topraklarını affederler mi sence beni? Yoksa bunun tek diyeti ölüm mü?

Sylvia bir keresinde kulağıma eğilip “o sırça fanus ki içinde ölü bir kelebek gibi tıkanıp kalmış biri için dünyanın kendisi kötü bir düştür” demişti. Haklıydı Sylvia. Arafta yaşamak ölümden beter olduğunda, sırça fanustaki ölü kelebek, cinnetten cennete ancak böyle kanatlanabilirdi.
 Sevgiyle...
    NilgüN
 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder